İnternete bağlanmada düşük hızda bağlanmayı seçmiş isek “Bu bilgisayar internet ortamında niye yavaş çalışıyor?” diye hayıflanmak, sinirlenmek hatta böyle bir soru cümlesi kurmak bile anlamsızdır.
Ayrıca yanıtı da açıkça bellidir. Benzer şekilde hatalı Devamını Oku
Günümüz çocuklarının ve gençlerinin çoğu davranışından anne, baba, ebeveynler ve eğitimciler sıklıkla ve yoğunlukla yakınır durumdalar.
Bu yakınmalar eğitim-öğretim yılının sonlanmasıyla birlikte daha da yoğunlaşır. Çünkü artık dersler bitmiştir. Yani eleştiri durumunda çocuğun psikolojisinin bozularak riske edileceği ders yoktur. Hele karne de anne-babaya göre iyi gelmemiş ise bu yakınma veya eleştirinin dozu daha da artar. Çünkü çocuk, zamanında anne babalarının uyarılarımıza kulak asmamış, kendi bildiğini okumuş, derslerine olumsuz etkisi olmasın diye anne babalar bazı durumlara ses çıkarmamışlar, içlerine atmışlar “hele bir karne gelsin, o zaman görüşürüz” diye içlerinden geçirmişler veya sözel olarak ifade etmişlerdir.
Anne babalar veya tüm ebeveynler, onlarda gözlemledikleri davranışların bazılarının veya çoğunun “sağlıksız” olduğu konusunda haksız sayılmazlar. Ancak nedeni çocuk ve gençlerde arama konusunda haksız sayılırlar. Çünkü;
Bir zamanlar (ki bu zaman çok uzun bir geçmiş değil, 15-20 yıl öncesi kadar) çocuk ve ergenlerin, beğendikleri, hoşlandıkları, sevgi besledikleri hatta kendilerince bir görüşte aşık oldukları karşı cinsten birine bu duygularını sadece belli etmeleri (fark ettirmeleri) için kısa sayılmayacak bir zaman gerekir di… Bu zaman onlara bir ömür gibi gelirdi. Kıvranırlar, açı çekerler, stratejiler geliştirmek için kafa yorarlar, iştahları alır, dalgınlaşırlar, durgunlaşırlar, aşk şarkıları dinlerler, hüzünlenirler, ağlarlar, şiirler yazarlardı. Bu yaşantılarını da stranç hamleleri gibi, “Önce böyle davranayım bu gerçekleşsin, sonra şöyle davranayım şu gerçekleşsin, daha sonra da şu şekilde davranayım şu gerçekleşsin” gibi bir plan çerçevesinde ele almazlardı. Yaşadıkları duygu durumunda tek istedikleri duygularını karşı tarafa fark ettirmek idi… Bütün bu süreçte çok önemli bir şey yaşarlardı; HEYECAN ve SABIR… ve bir tek şey arzulanırdı; onun da kendisine benzer duygular beslemesi… Bu isteğine ulaştığında da karşı tarafın duygularını belli etmesi de bir ZAMAN gerektirirdi. Çünkü O da düşünmeye, duygularıyla yüzleşmeye ZAMAN ayırırdı. Bu süreçte yanıt verecek olan için de kıvranmalar, iştah azalmaları, hüzünlenmeler, içe kapanmalar yaşanır, Leyla (ya da Mecnun) gibi olunurdu… Bu aşama da gerçekleşmiş ise, bundan sonra buluşmak, görüşmek arzulanır, böyle bir AN için neler verilmezdi ki ancak bu arzu da HEMEN gerçekleşmezdi. Bu da bir süreç gerektirirdi ve yine yukarıda sayılan duygu halleri yaşanırdı. Bütün bu yaşantıların ve zaman dilimlerinin (süreçlerin) ortak bir ögesi vardı: HEYECAN ve SABRETMEYİ ÖĞRENMEK (sabırsızlıklarına rağmen)…
Aşık olma, karşı tarafa sevgi duyguları besleme durumundaki benzer heyecanlar ve ÖĞRENİLEN SABRETME yaşantıları, bir bisiklete, bir fotoğraf makinesine, bir tatile kavuşabilmeleri için de geçerliydi. Böyle bir süreç yaşadıkları için de elde ettiklerinin bir ÖNEMİ vardı ve KIYMETİ BİLİNİRDİ…
Onlar bu duyguları yaşarken, duygulara, erdemlere, model almaya önem veren gerçek sanatçılar da şarkılarında bu duygulara seslenirler ve “sağlıklı” mesajlar verirlerdi.
Kitle iletişim araçları da sorumluluklarının bilinci ile programlar oluştururlardı.
Yani çocukların yaşantısında, anne babaların veya model bireylerin davranışlarında, toplum yaşamında ve sorumluluklarda bir BÜTÜNLÜK vardı.
Günümüzde ise, “çocuklar ve ergenler sabretmeyi bilmiyorlar, erdemlerin, güzel duyguların farkında değiller, hemen her alanda çok kötü bir tüketici oldular” diye yakınıyoruz ancak bu yakınmada haklı değiliz. Çünkü onları (yeterli bilinçlilikte ve farkındalıkta olamadan) böyle davranışları ortaya koyacak şekilde bizler programladık, zihinlerine verileri biz yükledik ve davranışlarına sürücüleri biz taktık. Nasıl mı? İşte size örnekler:
Okullarda müfredat programlarını bir bütün olarak algılamayıp, başta matematik olmak üzere fen derslerine gereğinden fazla önem verip yaşamla daha yakın bağları olan sosyal derslere gereken önemi vermedik. Hatta çoğu okul yönetimleri ve öğretmenler, “matematik etüdü, fen etüdü yaptırıyoruz, onları sınava hazırlıyoruz” diye bu sosyal dersleri kullandılar, bu derslerden çaldılar…Ebeveynler olarak bundan şikayetçi olmamız gerekirken memnun olduk (!?)… Halbuki sınavlar, eğitimin değil sadece öğretimin bir gerçeğidir. Biz bu küçük gerçeği, hayatın gerçeği imiş gibi ele aldık ve aslında onların hayatlarından çaldık… Hatta onların kişilik gelişimi, kimlik gelişimi ve coşku bakımından haz alacakları yılları onlara çekilmez kıldık… Üstelik bunun yanlış olduğundan yakındık ama böyle davranan eğitim kurumlarına, milli eğitim müdürlüklerine, Milli Eğitim Bakanlığı’ na tepkimizi, duygu ve düşüncelerimizi dile getirmek yerine sustuk ve ne yazık ki bu tür sağlıksız uygulamalara uyum sağladık. Daha da acısı bunun sağlıksız olduğunu, yanlış yolda olduğumuzu dilinde tüy bitercesine ifade eden gerçek eğitimcilere, geçerliliği değil gerçekliği savunan okullara burun kıvırıp, öğrenciyi de veliyi de bir İNSAN olarak değil bir MÜŞTERİ olarak gören, , topluma sağlıklı bir birey yetiştirme başarısı ile değil, çocukların ruh sağlığını neredeyse mahvederek sınav başarılarıyla övünen, boy boy afişlerle bunu duyuran okullara rağbet ettik…
TV’ lerde, çocuklarımızın davranışlarına olumsuz etkide bulunabilecek programları ne yazık ki çocuklarımızla birlikte ilgiyle izledik… Duygudan yoksun, erdemlerden yoksun, günübirlik ilişkileri ele alan, Türkçe’ mizin berbat bir şekilde kullanıldığı şarkıları birlikte dinledik, hatta o şarkıcıların konserlerine biletler aldık…
“Çocuklarımız başkalarına gıpta etmesin, içinde ukde kalmasın” diye istediklerini hemen aldık, isteklerini çabucak yerine getirdik…
Çoğu zaman onlar İLE iletişime geçmek, düşünce ve duygularını paylaşmak, onların doğru bildiklerini etkin biçimde dinlemek yerine onlara kendi doğrularımızda İNAT EDİP öğütler vermeye başladık, bizim istediğimiz gibi davranmadıkları için onlarla çatıştık, sonra öfkelendik öfkemizi kontrol edemedik, bağırmayı-çağırmayı, yasaklar koymayı iletişim zannettik, işe yarar zannettik…
Akranlarıyla birlikte geçirdikleri uzun zamanlarını, istenmeyen alışkanlıklarını, onaylamadığımız yaşantılarını, arkadaşlarını, giyimini-kuşamını, hobilerini sürekli sorguladık, yargıladık AMA aile ortamında NE BULAMADIĞI İÇİN bu tür yaşantılara yöneldiğini sorgulamadık yani AYNAYA BAKAMADIK…
Reklamlarda, panolarda, yazılı basında vb. araçlarda yer alan olumsuz mesajlara, olumsuz görüntülere ve olumsuz örneklere gerekli tepkimizi gösteremedik, ilgili kurum veya kuruluşlara rahatsızlığımızı iletmedik… Yani ebeveynler olarak tepkisizlik davranışını ortaya koyduk…
Çocuklarımıza kaliteli zaman ayırmanın önemini kavrayamadık, onlara, istedikleri araç-gereçleri (hatta daha iyisini) almanın onlara değer vermek olduğunu zannettik…
Onları eleştirir tarzda ve alıcı olmadıkları zamanlarda DEĞERLERden bahsettik ancak değerleri YAŞATMADIK… Daha da önemlisi bu konularda yeterince örnek de olamadık…
Bu hatalarımızı daha da çoğaltabiliriz…
Durum böyle iken, çocuklarımızın ve gençlerimizin, yakındığımız davranışlarının ve yaşantılarının nedenlerini hâlâ onlarda aramalı mıyız?… Yoksa çocuklarımızın ve gençlerimizin davranış ve yaşantılarında etkili olan bütün kişi, kurum ve kuruluşlar olarak TOPYEKÜN “AYNAYA BAKIP” bilinçli SORUMLULUKLAR üstlenmeli ve akılcı davranışlarda mı bulunmalıyız?… En başta anne-babalar olarak, canımızdan bir parça olan çocuklarımız için…
Çocuklarımız: Yakınmak Kolay Yol, Aynaya Bakmak ise Çözüm…
İnternete bağlanmada düşük hızda bağlanmayı seçmiş isek “Bu bilgisayar internet ortamında niye yavaş çalışıyor?” diye hayıflanmak, sinirlenmek hatta böyle bir soru cümlesi kurmak bile anlamsızdır.
Ayrıca yanıtı da açıkça bellidir. Benzer şekilde hatalı Devamını Oku