“Eğitim; Eğitim-öğretim sistemimizde ÖĞRETMENin eğitimci fonksiyonunun ne yazık ki her geçen gün azal(tıl)dığı ve okulların gittikçe “işletme”ye dönüştüğü bir süreçten geçmekteyiz. Bu süreci iki temel nedene dayalı olarak açıklayabiliriz:
çocuk ruhunu uyarmak, onu kendi arzularımıza boyun eğdirmek ve vaktinden önce, gelecek yılların endişeleri içine sokmak için güven ve sevgi bağlarını zorla kabul ettirerek,
çocuğun huzurunu bozmak sanatıdır”.
(J. Friedrich Herbart; 18.yy)Devamını Oku
1) Değerler kaybı
2) Okulların salt “işletme” mantığı ile ele alınması
Değerler kaybı, yaşamın hemen her alanında kalite kaybı ile kendisini gösterir. Çünkü değerlerin kaybedilmeye başlaması demek, bireyin benmerkezci bir düşünce ile “öteki”ne, dış dünyaya ve sosyal olaylara duyarsızlık geliştirmesi demektir. Bunun nedeni de insanın biyo-psiko-sosyal bir varlık olarak değil, fizyolojik bir varlık olarak ele alınışıdır. Aslında daha da üzücü ve düşündürücü olanı, bu ele alış tarzının ayırdında olamayıştır!..
Okulların salt “işletme” mantığı ile ele alınması ise “felsefesiz endüstrileşme” nin bir sonucudur.
İşletmelerin ortak özelliği “maddesel ürün” ortaya çıkarmaktır.
Halbuki eğitimdeki ürün “düşünsel ve davranışsal” dır. Yani insanın düşüncesinin ve davranışının eğitimidir.
İşletmelerde temel düşünce; sistemi mümkün olduğu kadar makineleştirmek, üretimin her aşamasını mümkün olduğunca sayısallaştırarak ölçmeye dayandırmak, mümkün olan en kısa sürede, mümkün olduğunca çok sayıda ürün elde etmek, minimum harcama ile maksimum kaliteyi (!?) yakalamak ve mümkün olabilen en yüksek kârı elde etmektir.
Eğitimdeki temel GERÇEK ise; ürünün bir madde değil İNSAN olmasıdır. Bu nedenledir ki eğitimin vazgeçilmez aracı mümkün olduğunca “İNSAN” OLAN İNSANDIR. İnsan “insan” olduğu sürece de “insan” olan insanlar yetiştirecektir.
Eğitim, bu bağlamda süreçler bütünüdür. Bu genel süreç, kendi içinde belirli süreçlerden ve “belirli mola”lardan oluşur; “sıkıştırmaya” (kısaltmaya) gelmez. Süreçler ve molalar sağlıklı bir şekilde kendini tamamlamadan ölçmelere tabi tutulurlar ise elde edilen sayısal değerler eğitime değil ölçmeye ait olacaklardır. Bu da zamanla, bir araç olması gereken ölçmeyi, amaç haline getirecektir ki o zaman da amaç olması gereken eğitilen insan, araç olacaktır.
Eğitimde amaç sayıdan çok kaliteye endekslidir. Ürünün kalitesinin anlaşılması da, ne fabrikalardaki “hareketli bandın uzunluğu kadar kısa yolculukta, ne de laboratuarlardaki işlemler kadar kısa sürede anlaşılır.
Bunlardan başka eğitimde, minimum çaba ile maksimum verim elde edilemez, maksimum çaba ile maksimim verim elde edilebilir; tabi “hammadde” ye bağlı olarak…
En önemlisi de eğitimde kâr değil “DEĞERLER” vardır. Bu değerler, süreç tamamlandıktan sonra asıl kârı getirir.
Bu nedenlerledir ki eğitim – öğretim kurumlarını bir işletme mantığı ile ele almak (veya işletmelere benzetmeye çalışmak) hem büyük bir yanılgıdır hem de eğitime yüzeysel bir yaklaşımdır. Aslında bu yanılgıların ve yüzeysel yaklaşımların temelinde de eğitim ve öğretim kavramlarının benzerliklerini ve farklarını yeterince bilmemek yatmaktadır. Bu farkların ve benzerliklerin yeterince bilinmeyerek uygulanmaya çalışılan eğitim, tarih eğitimcisi Johan Friedrich Herbart tarafından 18.yy. da şöyle tanımlanmıştır.
“Eğitim, çocuk ruhunu uyarmak, onu kendi arzularımıza boyun eğdirmek ve vaktinden önce, gelecek yılların endişeleri içine sokmak için güven ve sevgi bağlarını zorla kabul ettirerek, çocuğun huzurunu bozmak sanatıdır”.
“Eğitimci yaklaşımın kıymeti mi biliniyor?” veya “Sistem eğitimci yaklaşıma izin mi veriyor?” gibi yakınmaları işitir gibi oluyorum ancak bu ve buna benzer yakınmalar gerçekçi bir savunma değildir. Çünkü;
Eğitimci yaklaşım bir bedel karşılığı ortaya konmaz; eğitim, bir “erdem” (değer) olduğu için icra edilir. Ayrıca eğitimci yaklaşım için izin de alınmaz; böyle bir yaklaşım “eğitimci yüreği”nden ve “eğitimci sorumluluğu” ndan çıkmış bir özgürlüğe zaten sahiptir…
Kerschen Steiner’ ın dediği gibi;
“Bir insanı eğitimci yapan, ne pedagoji bilgisi, ne de gerçek bilimidir, sonsuz insan sevgisidir”.
Peki, “Eğitim” ile “Öğretim” kavramları arasındaki farklılık ve benzerlik gösteren özellikleri nelerdir?
Eğitim; genel anlamda, kişiliğin gelişmesine yardım eden ve bireyin ihtiyaçlarını gözönüne alarak bireyi yetişkin yaşama hazırlayan gerekli bilgi, beceri ve olumlu davranışlar kazandırmayı amaçlayan bir süreçtir.
Öğretim ise; eğitimin, genellikle okullarda (veya sosyal bir kurumda) planlı ve programlı olarak yürütülen kısmıdır.
Eğitim ile öğretim kavramları arasındaki farkları şöyle sıralayabiliriz:
• Eğitim geneldir. Öğretim bu genelin bir parçasıdır.
• Eğitim; plansız, programsız da olabilir. Ancak öğretim planlı ve programlıdır.
• Eğitim zaman ve mekân yönünden kapsamlı, sürekli ve çok boyutludur. Öğretimde ise zaman ve mekânın yanı sıra, öğretmenin, velinin ve öğrencilerin beklentileri de önem taşır.
• Eğitimde bilgi dahil, her türlü yaşantı üzerinde durulur ve bu yaşantılar rastlantısal da olabilir. Ancak öğretimde üzerinde durulacak yaşantıların çerçevesi bellidir ve yaşantılar rastlantısal değildir, güdümlüdür.
• Öğretimde mesleki eğitim görmüş birinin fonksiyonu esastır; yani öğretmenin… Eğitimde böyle bir koşul yoktur.
• Öğretimde etkinlik esastır; bunun için de etkinlik faaliyetlerinin anlamlılığı ve tutarlılığı çok önemlidir. Eğitimde ise böyle bir durum söz konusu değildir.
• Öğretim, bilgi aktarma işidir. Eğitim ise bu bilgi aktarma işini şekillendirmektir, dolayısıyla yaratıcılığı gerektirir.
• Öğretim makine ile de yapılabilir. Ancak eğitimin vazgeçilmez aracı insandır.
• Öğretim bireyin ruh sağlığını fazla dikkate almaz. Eğitimde ise ruh sağlığı temel konulardan birisidir.
• Öğretimin sanatsal yönü yoktur, halbuki bilgiyi aktarma, yoğurma, işleme şekilleri açısından eğitim aynı zamanda bir sanattır. Dolayısıyla eğitimcilik sanatçılık ruhunu gerektirir.
• Öğretimde “iletim” vardır, eğitimde ise “iletişim”.
• Öğretim hizmetlerinde genellikle zorunluluklar söz konusudur, eğitimde ise zorunluluklar yoktur.
• Öğretimde sayısal ölçme vardır (örneğin not verme); eğitimde ise değerlendirme vardır (sayısal veriler kullanılmayabilir).
• Öğretim daha çok nesnel dünyaya aittir. Eğitim ise bireyin iç dünyasına hitap eder.
Eğitim ve öğretim kavramlarının benzerliklerini ise şöyle sıralayabiliriz:
• Eğitim de öğretim de içinde bulunduğu toplumun sosyal, kültürel, politik ve ekonomik olgularından etkilenir.
• Her ikisi de yerel, ulusal ve uluslararası özellikler taşır.
Yukarıda sıralanan bu farklar nedeniyledir ki öğretmenlik, eğitimciliği olabildiğince içinde barındıran bir meslektir ve olmalıdır da… Zaten içinde bulunduğu bütün sıkıntılara rağmen bu meslekten haz alınmasının başka bir nedeni olabilir mi?…
Öğretmenlerin, eğittikleri bireyler (öğrenciler) için çok önemli “model şahıs” oldukları gerçeğini hatırda tutarak, günümüzde gittikçe artmaya başlayan; psikolojik açıdan sağlıksız, eleştirel düşünceden her geçen gün uzaklaşan, “sanal varoluş”u gittikçe artan yoğunlukta ve biçimlerde yaşayan, empati becerisi kaybolmuş, kendi gibi düşünmeyenleri ötekileştiren, toplumsallaşmadan gittikçe uzaklaşan, narsizmi bireysellik sanan bireyleri vakit kaybetmeden EĞİTMELERİ kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Bunun, MEB’ in kararını bekleyemeyecek kadar acil olduğu da bir gerçektir!
Dolayısıyla başta MEB olmak üzere, İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri, Okul Müdürleri, Okul PDR uzmanları, zümre başkanları ve tüm eğitimciler bunu kendilerine görev saymalıdırlar.
Daha da ötesi bizzat öğretmenler, gelecek nesilleri düşünerek mevcut eğitim yaklaşımlarını gözden geçirmeli ve eğitimciliklerini geliştirme yolunda çalışmalara girişmelidirler. Ancak bu çalışma, kullanımı günümüzde “moda” haline gelmiş (ancak içi kuramsal temellerle doldurulmamış) High/Scope, IB, PYP, MYP Çoklu Zekâ vb. programların şeklen incelenmesi ve şeklen uygulanması ile değil; bütün eğitim yaklaşımlarının temelinde yer alan Locke’ un, Pestalozzi’ nin, özellikle Froebel’ in, Dewey’ in, Piaget’ nin, Vygotsky’ nin eğitim yaklaşımlarının incelenmesinden başlanmalı hatta Socrates’ in “doğurtmaca” yöntemine kadar uzanılmalıdır.
Böyle bir girişim; eğitimciler tarafından, çocuklara, anne-babalara, velilere, topluma, ülkeye ve özellikle öğretmenlik mesleğine karşı hissedilmesi gereken bir sorumluluktur.
Çünkü herhangi bir kurumdan, ülke yönetimine kadar birçok karar mekanizmalarında oturan ancak kararlarından genel olarak memnun olunmayan (veya yakınılan) bireylerin okul sıralardan geçtikleri unutulmamalıdır… Yani öğretmenlerin eğitimci fonksiyonları öğretici fonksiyonlarından daha önemlidir. Bunu Hubert şu sözlerle ifade etmektedir:
“Eğer çocuklar, eğitimcinin sabrını taşırıyorlarsa, onlarda kolektif ve anlayış kusurları saydığı şeyler kendisini yıldırıyorsa, onların atılgan hareketlerine gülümseyip geçemiyorsa, o açılıp serpilen ve gelişen taptaze hayatı sevmiyorsa, hele hele hayatın daha şimdiden azdırdığı o varlıkların karşısında özellikle heyecan duymuyorsa; bu mesleği bıraksın daha iyi olacaktır. Çünkü öğretmenlikte mutluluğu bulamayacağı gibi, mesleğine de hiçbir faydası olamayacaktır”.
Büyük önder Atatürk, aslında 27 Ekim 1922’ de Bursa’ da öğretmenlere hitaben yaptığı bir konuşmasında eğitimin önemini ve bu bağlamdaki en temel görevimizi şöyle açıklamıştır:
“Bayanlar, Baylar,
Görülüyor ki, en önemli ve en verimli ödevlerimiz, eğitim ve öğretim işlerimizdir. Bu işlerde ne yapıp yapıp, başarıya ulaşmamız gereklidir. Bu ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yoldadır. Ancak bu zaferin sağlanması için hepimizin tek can, tek düşünce olarak belirli bir program üzerinde çalışmamız gerekir. Bence bu programdan istenen ve beklenen iki şey vardır:
a) Toplum yaşayışımızın ihtiyaçlarına uygun düşmesi
b) Çağımızın getirdiği ve gerektirdiği gerçeklere uygun düşmesi”.
Bu gerçeğin farkına varılması, bir ulus olarak yarınlarımız için bilimsel temellere oturtulmuş ve evrensel değerlerle uyumlu gerekli çalışmaların yapılması ve bu çalışmaların geliştirilmek koşuluyla kalıcı olması dileğimle…
EĞİTİM-ÖĞRETİM VE ÖĞRETMEN
“Eğitim;
çocuk ruhunu uyarmak, onu kendi arzularımıza boyun eğdirmek ve vaktinden önce, gelecek yılların endişeleri içine sokmak için güven ve sevgi bağlarını zorla kabul ettirerek,
çocuğun huzurunu bozmak sanatıdır”.
(J. Friedrich Herbart; 18.yy)Devamını Oku